Cumhuriyetimizin 100. yılını ve ilk ustam kabul ettiğim annem Türkan Kafadar’ın 55. sanat yılını onurlandırmak için yayımlanan ikinci romanım “Türkan”, yalnızca edebî bir eser değil, aynı zamanda benim hayatımın en zorlu dönemlerinden birine tanıklık eden bir yol arkadaşı oldu. İlk romanım “Madama Lizvet’in Muhteşem Ölümü” ile aynı mitolojik evrende geçen bu hikâye, yazmaya başlarken hissettiğim coşkuyla başladı ama sonrasında yaşamın ağır sınavlarıyla biçimlendi.
Romanın ana karakteri, İstanbul’daki aile evinden çıkıp Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmak üzere Polatlı’ya doğru yola koyulan bir genç kadın. Onun bu yolculuğunu kurgularken, çok geçmeden sevgili ablamın hastalık haberiyle ben de kendi bilinmezlerime bir yolculuğa çıktım. Karakterim cepheye ilerlerken, ben de hastane odalarında sabahın erken saatlerinde, içimde tarifsiz bir acıyla yazmaya devam ediyordum. Ardından, 6 Şubat depreminin sarsıcı etkisiyle, zaten kırılgan olan dünyamız tamamen altüst oldu.
Bu roman, hastalık ve acıyla mücadele ettiğimiz o karanlık günlerde yeşerdi. Ablamın azmi ve cesareti, “Türkan”ın cesaretiyle birleşti; onun duası benim duam oldu. Karakterimin yolculuğunda huzur ararken, hastane odalarında gizlemek zorunda kaldığım tüm duygularımı romanın satırlarına sakladım. Ancak romanın sonlarına yaklaşırken, yaşadığım yasın ve acının hikâyeye sızdığını fark ettim ve çok geçmeden taslağı rafa kaldırmaya karar verdim. “Türkan”ı kendi kişisel yasımın gölgesinde bırakmak istemedim. Yeniden yazmak, zorlu ama doğru bir karardı.
“Türkan”, işgal altındaki İstanbul’da yaratıcılık ve özgürlük tutkusu taşıyan, tüm baskılara rağmen bağımsızlık savaşına katılmak için at sırtında cepheye giden kadın süvarilerimizin hikâyelerinden ilham alıyor. Karakterim, tarihimizin güçlü kadın figürlerinin bir yansıması. Kapak tasarımı yine Gizem Malkoç’un zarif ellerinden çıktı ve roman bu kez Edebiyatist Yayınevi tarafından yayımlandı. Kitap, ablamın vefatından çok kısa bir süre önce basıldı ve ona bu kitabı götürebilmiş olmak benim için tarifsiz bir mutluluk oldu.
Romanı ikinci kez yazmak kolay olmadı; her satırda kendimi ve duygularımı yeniden inşa etmek zorunda kaldım. Ancak bu kararı alabilmek, eserin hakkını verebilmek adına en doğru adımdı. “Türkan”, sadece bir roman değil, aynı zamanda benim içimdeki ümidi ve dirayeti yeniden bulma yolculuğum oldu.
Kutlama yapmaya fırsat bulamasam da, 2024 Tüyap İmza Günleri’nde genç okurların “Türkan”ın başına koştuğunu görmek, romanın ilk yılını onlarla kutlamak, benim için eşsiz bir gurur ve mutluluk kaynağı oldu. Çocuklara ve gençlere imza atmak, onların gözlerindeki heyecanı görmek, bu yolculuğun en kıymetli anlarından biriydi.
“Türkan”, merak, cesaret ve umudun birleşiminden doğan bir hikâye. Umarım sizler de bu romanı okurken, özgürlük tutkusu taşıyan bu kadının yolculuğunda ilham bulursunuz.
Yaratıcı yazarlık dersimizdeki ilk ödevlerden biri, Virginia Woolf‘un ünlü ifadesine atıfta bulunarak “içimizdeki ev kadınını öldürmek”ti. O dönem yazdığım bir öykü, ödev olarak başladığı bu serüveni çoktan aşmış, okur tarafından beğenilmişti. İlk başta kendimi bir öykücü olarak görüyordum, ancak yazma yolculuğum başka bir yöne evrildi. Tiyatro ve sinemayla şekillenen çocukluk ve gençlik yıllarım, kurgulama biçimimi derinden etkiliyor, beni romanın sınırlarına itiyordu.
Kimileri “duyarak” yazar, kimileri ise “görerek.” Benim zihnimde hikâyeler, bir film şeridi gibi akıyor. Yazı masasına oturduğumda yaptığım şey, zihnimdeki bu görselleri kelimelerle ifade etmek. Ancak bir noktada, öykünün sınırlarına, ritmine ve hızına sığamadığımı fark ettim. Karakterlerimle daha uzun yolculuklara çıkmak istediğimi, başka bir kurgu biçimi aradığımı hissettim. İlk kitap hazırlıklarımı durdurup bu farkındalıkla bir nefes aldım. Ve sonunda, içsel yolculuğumu dış dünyaya aktarmanın en iyi yolu olarak Madama Lizvet’in dünyasını yaratmaya karar verdim. Öykülerimden derlenmiş bir kitap hazırlığıyla kapısını çaldığım Ekşi Karga Yayınları ofisinden, bir roman dosyasına imzamı atmış olarak ayrıldım.
Lizvet, hepimizin içinde yaşayan bir karakter. Bölünmüş, kimliğini bulamamış, toplumun dayattığı rollere sıkışmış kadınların bir yansıması. Kaçımız çocukken pilot, mucit ya da kaşif olmayı hayal ederken, toplumun bize uygun gördüğü bir eş, bir ev ya da sıradan bir mesleğin sınırları içinde hayallerimizden vazgeçtik? Lizvet, bu hayallerin yükü altında ezilenlerin, kendini yeniden bulmak isteyenlerin hikâyesini taşıyor.
lk romanımı yazmaya başladığımda aklımda iki şey vardı: iyi bir editör ve harika bir çizerle çalışmak. Roman yazmak, özellikle de ilk kitabınız, zorlu bir yolculuk. Uzun süredir severek takip ettiğim Sırtlan Yayınevi’nin sahibi Emre Yavuz, bu süreçte danıştığım ilk isimlerden biriydi. Bana sunduğu destek ve yönlendirme, güçlü bir editör-yazar ilişkisi kurmamızı sağladı. Kapak tasarımı için ise Emre Bey’in önerisiyle tanıştığım çizer Gizem Malkoç, çalışmalarıyla beni derinden etkiledi. Romanın Lizvet’i betimleyen bölümlerini paylaşarak karakterin iç dünyasını ve görünümünü şekillendirdik. Ben yazmaya devam ederken, Gizem hayallerimdeki Lizvet’i görselleştirdi.
“Madama Lizvet’in Muhteşem Ölümü”, benim İstanbul’umun, benim kadınlarımın, adamlarımın ve imgelerimin en coşkulu hali. Bu romanı sizlerle buluşturmanın mutluluğunu yaşıyorum. Umarım Lizvet’in hikâyesi size de özgür ruhunuza tutunmanız için cesaret verir.
Bu roman, kendini yeniden tanımlamak isteyen, cesaretle hayallerinin peşinden gitmeyi seçen herkes için bir davet. Ümidim, Lizvet’in kanatları, hepimiz için yeni bir başlangıcın sembolü olsun.
ⓒ 2025 Ceyda Kafadar Tüm Hakları Saklıdır.